Gözlerimizi kapatıyoruz. Korneanın önüne çektiğimiz ince duvarlardan bahsetmiyorum. Kendimize kapatıyoruz. Annemiz yada babamız henüz biz küçücük çocukken, 4 duvar arasında duramayışımıza yaramazlık dediğinde kapatıyoruz. Her şeyi anlayamıyor oluşumuzu, herkese katlanamıyor oluşumuzu, sabredemiyor oluşumuzu kötü bir çocuk olarak nitelediğinde kapatıyoruz. Tipini bir türlü sevemediğimiz misafirlerin, akrabaların suratına bakmak istemediğimizde, zorla götürülmelerde yada kim bilir tüm samimi ve içten duygularımızla, tüm sadakatimiz ve masumiyetimizle amca, dayı, abi dediğimiz o insanlar tarafından kulağımıza fısıldandığında kapatıyoruz…
Kapatıyoruz gözlerimizi, her gün daha tavuklar bile uyanmadan dürtülüyor oluşumuzda, sürünerek gittiğimiz o kutsal tapınaklarda, 1m2’lik bir alanda saatlerce oturtulduğumuzda, önümüzden geçen milyonlarca şekil, binlerce kalıp, üç dört yada beş seçeneğe ayrılarak karşımıza dizilen binlerce şıktan, onlarca saçları toplu, yüzleri tıraşlı, kimi zaman çok gürültü yapan kimi zamansa yüzünden gülümsemesi eksik olmayan ama hayatının tümünü ağzından çıkanlarla geçirmesine karşın kelamının ne işe yarayacağını kendisinin dahi bilmediği kimselerle oturmayı saçma buluyor oluşumuza sitem edildiğinde kapatıyoruz. Aynı kimseler tarafından yukarıdan aşağıya serpilen onlarca hakaret, alaycı bakış ve siteme katlanmak zorunda olduğumuzda kapatıyoruz. Onca psikolojik saldırının ardından sessiz kalınması gerektiği söylendiğinde kapatıyoruz. Ve aynı kimseler tarafından sessiz çığlıklarla doldurtulduğunda içimiz, sanki hiçbir şey yapamayacakmış gibi sadece gözlerimizi kapatıyoruz. Aramızdan, içimizden birilerinin annesiz, babasız ama o kimselerle birlikte benzer tapınaklarda farklı yastıklara baş koymak zorunda oluşuna acıyarak gözlerindeki azaba bir başka tıraşlı yada kim bilir belki de hacı sakallı sebep olduğunda kapatıyoruz...
Karmaşık oldu sanırım. Ben de Türk’üm en nihayetinde. İmalarla dolu bir dünyadan imalar dolusu ima çıkarmaya doyamam. Duygularımın keskin kokusuyla aydınlanmak ister ruhum, aklın ve mantığın içinde yoğrulmaktansa. Fakat hakikatinde demek isterim ki;
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki ülkemizde cinsel istismar vakalarının çoğunda istismarcı aile-akraba içinden kimseler olmaktadır. Yine bu bağlamda anlaşılmasını istediğim husus şudur ki, kültürel alışkanlıklarımızın kurbanını çocuklarımız yapmayalım, onları dinleyelim, onların birey olduğunu kabul edelim, tanıdık diyip öz evladımızın gözünden akan yaşı görmezden gelmeyelim. Anlayalım ki evladımız, kardeşimiz, yeğenimiz çocuk olduğu için ağlamaz. “Çocuk olmak” hiç bir göz yaşına neden olmaz.
Öğretmenlerimize veya hocalarımıza duyduğumuz saygı, onlara kulluk etmekten ziyade onları dinleyip kale alacağımız kadardır, daha fazlası değil. Bizlerin ilk sorumluluğu evladımız, kardeşimiz, yeğenimizdir. Velev ki kendisi o okula gitmek istemiyorsa, gitmemelidir. Sabırla sebebi sorulmalı öğrenilmeye çalışılmalıdır. Aksi halde bir çok ensar vakıfları, içerisindeki denetimsiz ve sorumsuz düzene karşın tüm yüzsüzlüğüyle evlatlarımıza yukarıdan sırıtmaya devam edecektir.
Bize bizden başka düşman yok. Kendimize dönüp bakmaktan başka da çare yok. Otoritelere, rakiplere, azınlıklara suç yahut görev yüklemektense Biz’ler birey olarak fikri hür, irfanı hür,vicdanı hür olmakla sorumluyuz. Gel, ne olursan ol yine gel dediğimiz vakit söyleyebilmeliyiz her gelene; döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerek... Çünkü Biz biliriz sesin yüksekliği yahut bileğin kuvvetinden yeğdir aklın hürriyeti ve selameti. Biz biliriz her gelen dost değil fakat ihtiyacımız da yoktur kapıdan her girenin dostluğuna çünkü Milletin olduğu yerde gözün arkada kalmaz. Milletin sistem, sistemin vatan olduğu yerde hayat, acıya ihtiyaç duymaz.