Aylık Okumalar - Ağustos | Kitaplarla Geçen Bir Ay

Herkese selamlar. 🙋‍♀️

Neden son zamanlardaki yazılarımın giriş cümleleri benzer oluyor bilmiyorum. Yine çok uzun zaman geçmiş, buradaki 'dijital günlüğüm' olarak adlandırdığım sayfamda paylaşım yapmayalı. 🤷‍♀️
Tam rayına oturdu derken ufak bir şey oluyor ve beni bu dünyadan soyutluyor. Kendi küçük kabuğumda yaşarken, gezerken, okurken ve izlerken hep bahsetmek istesem de geri dönmek zor oluyor. Bu da öyle bir şey ki yazdıkça yazası, yazmadıkça da bir daha bunu hiç başaramayacakmışsınız gibi geliyor. Size de oluyor mu bilmiyorum ama umarım yalnız değilimdir.

20230930_003526.jpg

Geçen aydan beri okuma rutinimi yakaladım çok şükür. Okurken dinlediğim müziklerden birini açtım bu satırları yazarken. Hatta buraya da ekleyeyim, birlikte dinlemiş oluruz. Eşsiz Hogwarts manzarasında Hermione ile birlikte okuduğumu hayal ediyorum. 📚🎶

Şu sıralar, okuduğum kitaplar serime devam etme isteği oluştu içimde. Aylardır onlarla olan yakınlığım, kargo paketlerini açmaktan ibaret olmuştu. O kadar çok stok yaptım ki. 🙈 Kütüphânemin önünde yerde üst üste dizili kalan zavallı bebeklerimi silip yerleştirmem lazım ama elim gitmiyor. Karşılıklı bakışıyoruz şu an. 🙆‍♀️
Eskiden okudukça yenilerini alırken artık artan fiyatlardan ötürü, indirimleri boş geçmemeye çalışıyoruz desem yanlış olmaz. Kitap kokusuna bayılıyorum, kendimi çoğu zaman sayfaları koklarken buluyor, kimsenin beni bu şekilde görmemiş olmasını diliyorum. Bazıları çok kötü kokuyor. Kağıt kalitesinden midir nedir, onları çabucak okuyup bitirirken; hoş kokulu olanları uzatıyorum galiba. Neyse bunlar aramızda kalsın. 🤭

20230930_003243.jpg

Okuma tıkanıklığını açmaya birebir olan bir yazar seçtim kendime. Agatha Christie tabi ki. Raftan rastgele, ismine bakmadan almıştım. Şansıma Sıfıra Doğru çıktı. İçinde her zamanki dedektifimiz Hercule Poirot ve diğer kahramanlarımız yoktu. İlk defa böylesini gördüm. Yokluğunu hissettiğim anlar oldu. Yazarımız da bunu fark etmiş olacak ki sayfalar arasında Poirot ismini zikrederek onu onore etmekten geri durmamış. O yokluğunda bile cinayetin çözümünü sağlayacaktı ilerleyen sayfalarda. :)

Konusu kısaca şöyle; ocak ayında bir adam uçurumdan atlayarak intihar girişiminde bulunur. Fakat bu arzusuna ulaşmasına dallarına takıldığı ağaç engel olur. Hastaneye kaldırıldığında kendisine ve onu kurtaranlara kızgındır. En kısa sürede tekrar deneyecektir. Ama oda hemşiresiyle arasında geçen aşağıdaki konuşmadan sonra vazgeçer.

"Bir gün belirli bir yerde olursunuz. Bir şey yapmanıza gerek yok... Sadece orada olduğunuz için çok önemli bir şeyi başarırsınız. Ama bunu fark bile etmezsiniz belki de."

Kızıl saçlı hemşire İskoçya'nın batı kıyısında dünyaya gelmişti. Ailesinden bazıları geleceği sezebiliyorlardı. Belki de kız o anda gelecekle ilgili bir sahneyi görüyordu. Eyülde bir gece bir adam bir yoldan çıkıyor ve böylece bir insanı korkunç bir ölümden kurtarıyordu. (sf 14)

Kitap bölümler halindeydi, bir günlük gibi tarihlerden oluşuyordu. Tarihler yavaş yavaş eylüle doğru ilerledikçe içimdeki heyecan da artıyordu. Cinayetin işleneceğini bilip de o gergin atmosferi iliklerine kadar yaşamak paha biçilemez bir duyguydu. Uçurumdan kurtulan adamın nasıl bir yardımı dokunacağını da merak ediyordum bir yandan.

Ana hikâyemiz büyük bir malikânede geçiyor. Yine fazlaca karakter var. Bir adam eylül ayında, yaşlı akrabasını yeni eşiyle birlikte ziyaret edecektir. Fakat eski karısı da o tarihlerde aynı evde olacağı için yaşlı kadın bu durumdan hoşlanmaz. Ama her şeye rağmen adam bu kararında ısrarcı olduğu için kabul eder.

Kriminolojiye meraklı aile dostları yaşlı bir avukat da misafir olur ve o gece inanılmaz bir hikâye anlatır. Sohbetin en koyu anında, gençken karşılaştığı bir cinayetten bahseder. Kazara birinin ölümüne sebep olan bir çocuğun, aslında maktulu zekice tasarlayarak ve planlayarak öldürdüğünü söyler.
Bu olaydan sonra onun ismini değiştirseler de "Küçük katilimi nerede görsem tanırım." der. Çünkü katilin fiziki bakımdan bir özelliği vardır. Bu konuşmadan sonra olaylar gelişir ve sıfır noktasına ulaşılır.

Cinayetle ilgili bir haberi veya bir dedektif romanını okuduğunuz zaman dikkatinizi bir şey çeker. Hikâyenin cinayetle başlaması. Aslında bu yanlıştır. Çünkü cinayet çok daha önce başlar. Bir cinayet belirli bir anda, belirli bir noktada birleşen değişik olayların bir toplamıdır. Cinayet aslında bir hikâyenin sonudur. Kritik andır. Sıfır noktasıdır. İşte şimdi de sıfırdayız. (sf 160)

Sürükleyiciydi. Uzun süre kitaplardan ayrı kaldıysanız bir Agatha kitabını okumanızı öneririm. Bu da onlardan biri olabilir.

Battle, "Örümcek sineğe, 'Salonuma girer misiniz?' dedi" diye mırıldandı.
Audrey ürperdi. "Evet... Öyle..." (sf 167)

20230930_003306.jpg

Şimdi sıra kapağından nefret ettiğim ama ismiyle benim ilgi alanıma giren Beş Sevim Apartmanı'nda. Alt başlığı olan 'Rüya Tabirli Cinperi Yalanları' dikkatimi çekmişti, büyük bir beklenti içine girmiştim. Fakat o kısımlar olmasaydı daha iyi olurdu diye düşündüm sonraları. Saçma geldi bana. Yazar anlatacağı hikâyeye uygun bir kelime seçip rüyada görüldüğünde çıkacak tabirini eklemiş kendince. Zaten uydurulan sözler bölüm sonunu işaret ediyor. Neyse ki o kısım sayfada küçücük yer kaplamıştı.

Yazarla tanışma kitabımdı. Mine Söğüt'ün ilk romanıymış. Yazım tarzını beğendiğim için radarıma girdi. Bu yüzden diğer eserlerine de göz attım. Bazılarını listeme aldım bile. Yeni bir indirim festivalinde sepetime ekleyebilirim. :)

Kitabın son sayfasına; çok beğendiğimi, muhteşem olduğunu söyledikten sonra tıpkı ... filmi gibiydi diye not düşmüşüm. Burada o filmi söylemek istemiyorum çünkü ağır spoiler olur. Psikolojik gerilim filmi sevenler kesin izlemiştir ve bu kitabı da umarım okuyabilirler. Tavsiye olunur.

Bu kadar övdükten sonra kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; beş katlı, beş pencereli, beş odalı Sevim Apartmanı'nda yaşayan beş garip ve gizemli insanın hayatına konuk oluyoruz. Daha doğrusu karşı penceredekileri gözetliyoruz. Akıl hastanesinden özel izinle çıkardığı hastalarını bu odalara yerleştiren Doktor Samimi'nin günlüğünü de okuyoruz bir nev'i.
Önce insanların kendi hikâyelerini dinliyoruz. Sonra hasta dosyalarındaki gerçek hikâyelerini aktaran doktora kulak kabartıyoruz. İki farklı hayat sunuyor sanki ve bambaşka olaylardan başınız dönüyor. Benzer noktaları da iyi oluşturmuş yazar. Biraz hüzünlü olduğunu da belirtmek isterim. Film tadındaydı bu kısacık, 127 sayfalık kitap.

Pencerelerin öyküleri yaşamın tüm sırlarını içinde saklar. (sf 7)

20230930_003348.jpg

Her ay okuma serüvenimde mutlaka bir şiir kitabı da eşlik eder bana. Aslında şiiri çok sevmem. Sevdiklerim çok nadirdir. Zaten bir şiir tek bir mısrası için okunmaz mı? Bütün şiirlerin tek bir kitapta toplandığı seçkiler hoşuma gidiyor. İçinde az çok beni etkileyen birkaç şiire denk gelince seviniyorum. Ahmet Hâşim'in Kırmızı Kedi'den çıkan bu kitabında, sol sayfasında eski harflerle yazılı orijinal metin yer alırken, sağda yeni harflerle basılmış hali mevcut. Arada Osmanlıca aslından okuyarak pratik yapmış oldum. Bence güzel bir okuma deneyimi olmanın yanı sıra iyi bir kaynaktı da.
Eksik yanından bahsetmek istiyorum. Kocaman sayfada tek dörtlük, karşı sayfası da öyle. Fakat şerhi yapılmamış. Latin harflerine dönüştürmek anlamamız için yeterli değil. Kitabın en sonuna sözlük konmuş ama bu hiç pratik değil. Sürekli arkaya bakıp manasını çözmekten bir süre sonra usanıyorsunuz. Başka bir yayınevi, olmasını istediğim şekilde basımını yapsa tekrar alır okurum.

Kitapta bazı düz yazılar da vardı. Örneğin Yakup Kadri'ye ait bir mukaddime. Onları okumak nefes almak gibiydi benim için.
Ayrıca içindeki bazı şiirler beni ortaokul yıllarıma götürdü. Türkçe öğretmenimiz bir şiir defteri tutmamızı istemişti. Her gün nöbetçi olan iki kişi, tahtaya birer şiir yazıyor ve hepimiz de onları defterimize geçiriyorduk. Kontrol edildiği için de boşlamıyorduk. Hâlâ duruyor defterim. Bu güzel fikir için Fatma öğretmenime ne kadar teşekkür etsem az. 💕
Bu sayede birçok şairle o yaşlarda tanıştım, Ahmet Hâşim de onlardan biriydi. Merdiven ve Bir Günün Sonunda Arzu şiirleri o günleri hatırlatır bana.

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı, yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta (sf 145)


20230930_003329.jpg

Kitap vloglarını izlemeyi çok severim. Kitap alışverişi, tanıtımları, kitaplar üzerine soru-cevap etkinliği ve her türlü sohbet ilgimi çeker. Siz de izler misiniz? Takip ettiğiniz kişiler varsa önerirseniz sevinirim. :)
Bu kitaptan yine öyle bir video sayesinde haberdar oldum. Ebru Aykaç, dostu Ayşım Okudan'ın kütüphânesini karıştırıp kurcalarken hayli eğlenceli ve bol gülmeli sohbetin arasında eline geçirdiği kitapları överken bundan bahsetti. Aslında Isaac Bashevis Singer'ın tüm öykülerinin tek cilt halindeki basımıydı elinde tuttuğu. Yayınevinin yeniden ve bu kez üç cilt halinde basımını yaptığını söyleyince, videoyu durdurup Amazon'a baktım. İlk cildinin ismi ilgimi çekti: Son İblis. Faust tarzında diye tahmin etmiştim ve bu benim hoşuma gider daima. Bu yüzden onu sipariş ettim, beğenirsem diğerlerini de temin edecektim. Aslında yeni aldığım kitapları hemen okuyamam ama bu kez öyle yapmadım. Paketi açtığım gün başlamıştım. 13 öyküyü, 13 günde bitirdim ama bu süre dolmadan diğer ciltlerini de okumaya karar vermiştim.

Yidiş dilinin en büyük yazarı ve Nobel Edebiyat Ödülü'nün de sahibiymiş. Daha önceden tanımıyordum, iyi ki karşılaşmışım. Çevirmen Aslı Biçen de harika bir iş çıkarmış, belirtmeden geçemeyeceğim. Kitaptaki öyküler; Varşova ve Polonya'nın küçük Yahudi yerleşimlerinde yaşayan insanların yaşam tarzlarının, Musevi mistisizmi ile harmanlanmasından oluşuyor.

Kahramanları olan halk ile diğer insanlar arasında çok benzerlik buldum diyebilirim. Aslında sadece nesne ve rituellerin isimleri değişik, bunu okuduğumda daha net görebildim. Adetler, gelenekler ve düşünme biçimleri o kadar yakın ki..
Kitapta bir halkı yoldan çıkarmak için İblis bazı şeyler fısıldar. Kötüyü güzel gösterir ve insanı aldatmaya çalışır. Türlü hile ve desiseleri vardır lakin bir şey var ki hiçbir insan ona kayıtsız kalamıyor. O da kibir. Kibir kartını çıkardığında İblis; karşısında hiçbir insan, din adamı aldanmadan duramıyor.

Eski zamanlarda her nesilde ben, Kötüler Kötüsü'nün, sıradan yöntemlerle yoldan çıkaramadığım üç beş kişi olurdu. Onları cinayete, zinaya, hırsızlığa ayartmak imkansızdı. Bu doğruluktan şaşmayan ruhların derinlerdeki tutkularına ulaşmanın bir yolu vardı: O da kibirlerini kullanmaktı. (sf 196)

Çokça ders alınacak sahne var burada. Okumak isteyenlerin tadını kaçırmak istemiyorum ama Koku filmine benzettiğim bir öykü vardı ki çok iyiydi. Başka bir öyküde de Game of Thrones'tan bir sahne gözlerimin önünden geçiyordu. Kraliçe Cersei Lannister'a yaşatılan utanç sahnesi.. Aşk-ı Memnu'nun ikonikleşen bazı diyalogları da. Bazı öykülerinin filmi çekilse ne güzel olurdu diye düşünmeden edemedim. Belki vardır da benim haberim yoktur.

Duvarın boyaları döküldü mü altından başka bir renk boya çıkıyordu; onun altından başka bir renk. Duvarlar ailenin başına gelenleri kaydetmiş bir albüm gibiydi. (sf 54)

Önüme güneşten kavrulmuş bir yaz melankolisi serilmişti; tuhaf, zira melankoli genelde sonbaharı hatırlatır. Sanki insanlık bir felaket sonucu yok olmuş. Nuh gibi bir tek ben kalmıştım. Ama boş bir gemide, oğullarım, karım, hayvanlarım olmadan. (sf 164)

Şu an, bir yazdıklarımın uzunluğuna bir de önümdeki anlatılmamış kitaplara bakınca, sözlerime burada son verip devamını bir başka postta anlatmayı düşündüm. Ama o zaman da ay okumalarım bölünmüş halde olacaktı, bu içime sinmedi. Zaten gerçekten okuyan kişiler o kadar sınırlı ki. Okumadan yuvarlak cümlelerle yorum yapan biri için postun kısa veya uzun olması hiçbir anlam ifade etmeyecektir. O halde devam edeyim, en azından derli toplu ve ulaşılabilir olur benim için.

20230930_003223.jpg

Sıradaki kitap olan Üç Damla Kan'ı okumama bir Tweet vesile oldu diyebilirim. Sâdık Hidâyet'in Kör Baykuş'unu daha önce okuma teşebbüsünde bulunmuş lakin devamını getiremeden yarım bırakmıştım. Daha zamanı değildi. Ama bu kitabı çok merak ettim.
Bunun nedeni olan olay şöyle: Başının ağrımasından çokça şikayeti olan bir kadın, çektirdiği tomografi neticesinde kafatasının içinde dikiş iğnesi olduğunu öğrenir. Doktorlar çıkarmakta tereddüt eder, daha kötü şeylere sebebiyet verilebilir endişesiyle.

Bu haberin linkinin paylaşıldığı Tweet'in altındaki yorumları okurken biri dikkatimi çekti. 'Tıpkı Üç Damla Kan kitabındaki gibi' olduğunu yazmış ve devam etmişti: Kitapta, kumasının doğurduğu bebeklerin bıngıldağına iğne sokarak öldüren bir caniden bahsedildiğini söylüyordu. O an kitabı alıp okumalıyım düşüncesi hakim olmuştu bende.
Geldiği gibi de başladım. İçinde 11 öykü bulunan 101 sayfalık kitaba. Sırasıyla ilerlemiyordum, isimlerine bakarak tahmin etmeye çalışıyordum. Denk geldiğimde de hazırlıksız yakalamıştı beni. İnsanların ne kadar kötü olabileceğini anlata anlata bitirememiş ki yazar, son darbeyi de vurmak istemiş -Af Talebi- isimli bu öyküsüyle.

Çocuğa ağıtlar yakıyor, dövünüp ağlıyordum. O kadar ağladım o kadar ağladım ki Hatice ile Geda Ali benim halime acıdılar. Kumamın çocuğunu bu kadar sevmeme şaşırmışlardı. Ama bu ağlamalar çocuk için değil kendim içindi; kıyamet günü için, kabir azabı içindi. (sf 47)

Başından geçenleri, kutsal yere yapılan yolculuk anında diğerleriyle paylaşan kadına kızmak şöyle dursun; kendi yaptıkları en az onun kadar kötü şeyleri anlattılar. Tiksindim okurken. Bunca zulüm ve haksızlık yapmamış gibi bir de kendi inançlarında kutsiyet atfettikleri mekâna gelip af dileyince her şeyin sıfırlanacağına inanmaları şaka gibi. Affedilmek hiç bu kadar ayağa düşmemişti.

İranlı yazar kendi halkının düşünce yapısını yansıtmış ama bu duruma maruz kalmak beni sinirlendirdi. Neredeyse tüm öykülerde yaşlı başlı iğrenç erkeklerin küçücük kız çocuklarına olan pis düşünceleri yeter dedirtti. Fenalıklar geldi. İç karartıcı cümlelerin yoğun olduğu bir okumaydı benim için ama pişman değilim.

20230930_003156.jpg

Biraz çocuk kitabı paylaşayım ki havamız dağılsın değil mi? Yine her zamanki gibi aralara eğlenceli okumalar serpiştiriyorum.
Tübitak'ın kitaplarından denk geldikçe topluyorum. Hem iyi bir baskı kalitesine sahip hem de güzel fotoğrafların yer aldığı bu kitaplar, her çocuğun sevebileceği türden. Tıpkı Fiona Patchett'in kaleminden çıkan Yumurtalar ve Civcivler gibi. 🐤
7+ yaşa uygun ve 'ilk okuma' temalı bu seri çok ilgi çekici.

Hangi kuşun yumurtası dünyanın en büyük yumurtasıdır? Yavru kuşlar uçmayı nasıl öğrenir? Kuş yuvaları hep aynı mı olur? Bu kitapta kuşların yaşamıyla ilgili pek çok sorunun cevabını bulacaksınız.
(Yumurtalar ve Civcivler, Arka Kapak)

Arka kapak yazısını okuyunca insanın hemen alıp okuyası gelmiyor mu? Kapak resmindeki güzellik bana @bilginhilal'in civcivlerini hatırlattı. Kesin onun da hoşuna giderdi bu. 🐥

İçinde yuva yapmak, yumurtlamak, yumurtadan çıkış, ilk beslenme ve ilk uçuş deneyimine dair birçok bilgi, zengin görsellerle aktarılmış. Meraklı miniklerin sorularına cevap olabilecek bu kitaba ve seriye göz atabilirsiniz.

Sıradaki ise 'Hava Durumu' serisinden Yağmur. Bir su buharının yağmur olup toprağa düşene dek geçirdiği tüm safhalar, fotoğraflarla birlikte sunulmuş. Helen Cox Cannons tarafından, çocukların anlayabileceği basitlikte ve aynı zamanda kelime haznelerini zamanla geliştirmeleri için sade bir şekilde anlatılmış. Serinin diğer kitapları; Kar, Bulutlar, Güneş Işığı, Gök Gürültüsü ve Şimşekler ile Rüzgar.

20230930_003407.jpg

Amazon'da çok uyguna yakaladığım 2002 basımı bu ciltli kitap sürpriz oldu benim için. Emekli asker olan Sadettin Kaplan'ın birçok kitabı varmış ama daha önce ismini hiç duymamıştım. Öncelikle sayfaların çok güzel koktuğunu söyleyebilirim. Yumuşatıcı kokusunun sindiği yumuşak bir bebek battaniyesi gibiydi. Kendi kendime güldüm bu tabire ama öyle. 🙆‍♀️
13 Hikayenin yer aldığı Eskimeyen Arkadaşlar'ın anlattıklarından ziyade resimleri çok güzeldi. Bir ressamın elinden çıkmış gibiydi. Beni çocukluğuma götürdü..
Bu tarz resimli kitaplar ebeveynler için kurtarıcı olabiliyor. Hep aynı şeyleri dinlemekten bıkan miniklere yeni şeyler uydurup yeni hikâyelerin oluşturulmasına olanak sağlayan bir yanı oluyor çünkü.

Ölüm, Ördek ve Lale kitabını ne amaçla aldım bilemiyorum. Arka kapak yazısı için mi yoksa onu övücü cümlelere sık denk geldiğimden dolayı mı emin değilim.

Her çocuk bazen ölümün ne olduğunu sorar. Böylesine önemli bir soruya verilebilecek basit bir yanıt var mıdır? Bu kitapta zorlu bir konu; sıcak, esprili ve zarif bir dille anlatılıyor. Hem çocuklar hem de yetişkinler için.
(Ölüm, Ördek ve Lale - Arka Kapak)

Yazarı olan Wolf Erlbruch çocuklara 'ölüm'ü anlatmanın bir yolu olduğunu düşünmüş olmalı. Fakat ben çocuk ve ölüm kelimelerini yan yana yakıştıramıyorum, düşüncesi bile hayli ağır.. Kitapta ölüm bir surete bürünüyor ve ördek ile arkadaş oluyor. Birlikte hoş vakit geçiriyorlar. Sona doğru yaklaşırken ördeğin korkuları da giderek azalıyor sanırım..

Ölüm, uzun süre Ördek'in arkasından baktı. Ördek gözden kaybolduğunda, Ölüm içinde keder gibi bir şey hissetti. Ama işte, hayat böyle bir şeydi. (sf 30)

20230930_003508.jpg

Yeşilçam filmlerini izlerken denk geldiğim çizgi roman kahramanlarını hep merak ederdim. Aileme ve etrafımdaki büyüklerime sorduğumda hiç okumadıklarını söylüyorlardı. Ben de denk geldikçe alıyor, bu sayede tanışmış oluyorum onlarla. Bu ayki arkadaşım Mister No: Tehlikeli Oyunlar oldu ve bu 39. sayısının konusu şöyle:

Gizli bir Japon örgütü olan 'Yaşamayanlar Lejyonu' Mister No'nun peşindedir. Kendisini öldürmeye çalışan kiralık katillerin hakkından gelen Mister No'nun elinde artık bir ipucu vardır. (sf 3)

Yazarı Marco Del Freo ve çizeri de Orestes Suarez olan romanın çizimleri siyah beyaz. Kahramanımız hayli karizmatik tasvir edilmiş ama karakteri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sevmedim kendisini. Belki bu sayıya özgü böyle bir senaryo kaleme alınmıştır ama alkolik ve bayağı umursamaz görünüyor.

20230930_003450.jpg

Gündüz Vassaf'ı Cehenneme Övgü ve Cennetin Dibi kitaplarıyla duymuştum. Onları okumadan önce daha az meşhur olanlarından başlamak istedim. Boğaziçi'nde Balık tanışma kitabım oldu.

Boğaziçi'nde Balık, Boğaz'ı ve Boğaz'ın sularında yaşayan balıkları başkahraman seçerken tarihten, mitolojiden, gündelik yaşamdan beslenen, insanoğlunun her yeri fethetme hırsını hicveden şiirli, bilim kurgusal, gerçeküstü öyküler ve öykülere eşlik eden resimlerle okuru gerçekle düş sınırında capcanlı bir yolculuğa çıkarıyor.
(Boğaziçi'nde Balık, Arka Kapak)

Şiirsel bir üslupla kaleme alındığı için hoş bir okuma deneyimi oldu benim için. İçinde balık ve diğer sudaki canlılardan oluşan, rengarenk resimler bulunuyor. Çantamda taşıdım, her gittiğim yerde ufak ufak okudum. Okuduğum mekânların isimlerini ve tarihlerini de iliştirdim kenarına. Böylece ayrı bir öneme sahip oldu benim için.

Oysa kadınlar bilir. Onlar istemeden olmaz. Kadındır peşindeki erkeklerden hangisinin onu tavlayacağını seçen. (sf 28)

Balıklar da öyle değil mi?
Sakın erkeğin kadını tavladığını sandığı gibi balıkçılar da kendi kendilerini kandırıyor olmasın?
Denizin dibi yemek doluyken, balıklar bir tüy görüp yutacak kadar salak mı?
Balıkçı değil balık tutan.
Balık kendisini tutturan. (sf 30)

Okurken birçok kitap, film ve anime geldi aklıma. Oradaki karakterleri buradaki balıklarla ve efsanelerle bağdaştırdım. Hoşuma gitti bu durum. Sonlara doğru o büyü biraz bozulsa da Uçmakdere balıklarını tanımaktan memnuniyet duyuyorum. 🐟

İnsanlar Boğaz'ı üstünden tanır, balıklar içinden. (sf 45)

20230930_003429.jpg

Michel Butor tarafından kaleme alınan San Marco'nun Betimi benim için sürpriz yumurta oldu resmen. Hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Açıkçası küçük bir şiir kitabı olduğunu sanıyordum. Gözüme çarpan kitap kapaklarını telefonuma kaydederim. Geçenlerde galerimde dolaşırken gördüğümde kendime sepet oluşturuyordum. 🙈
Birkaç gün sonra elime geçtiğinde kapaktaki atlar dikkatimi çekti. Tahmin ettiğim miydi acaba derken, arkadaki yazıyı okuyunca ne olduğunu bile anlamadan kitabın içinde bulmuştum kendimi.

Sulardan çıkmış, ağaçlar üstüne kurulmuş bir büyü kenti: Venedik.
Mitlerin, dinlerin, kutsal metinlerin taş taş ördüğü mekan: San Marco.
Işıkla, suyla, altınla yıkanan kemerler, sütunlar, taraçalar...
Mermerler, melekler, geçitler, azizler...
Mozaiklerin masalı, bazilikanın görkemi...
Güvercinler, yağmur, kalabalığın çalkantısı...

"Bu metnin üstünden nasıl damla damla altın akıtılır? Metin nasıl kubbe kubbe oyulabilir?"
Yazıyla mimarinin iç içe geçtiği bir Venedik yolculuğu...
(San Marco'nun Betimi, Arka Kapak)

Atları, ilk olarak Dan Brown'un Cehennem kitabının sinemaya uyarlanmış halinde görmüştüm. Bu kitapta da İstanbul'dan çalınan altın kaplamalı bronz-bakır atların, Venedik'e uzanan yolculuğuna tanık olacağız sanmıştım sadece. Fakat içinde yok yoktu.
İlk başta 'ben ne okuyorum' diye şaşkınlık içinde olsam da sayfalar ilerledikçe bu his hayrete dönüştü.
Adem ile Havva, cennetten kovulmaları ve yeryüzüne inmeleri, Habil ve Kabil, ilk cinayet, Nuh Tufanı, geminin hayvanlar ve insanlarla birlikte yol alması, Musa ve Firavun, Yusuf ile Züleyha ve daha nice olay şiirsel bir üslupla anlatılıyordu. Kendi inançları doğrultusunda paylaşılan bilgileri, bildiklerimle birleştiriyordum. Gayet keyifliydi okuma serüvenim. Ancak öyle değişik bir tarzı var ki kimselere okuması için tavsiye edemem.

Asılları, hava şartlarından zarar görmesin diye San Marco Bazilikası içinde yer alırken; replikaları kilisenin önünde ihtişamlı bir şekilde ziyaretçilerini selamlayan atları görmek keyifliydi benim için.

📚 📚 📚

Şu anda buraya fotoğrafını ekleyemediğim bir kitap daha okudum: Paris Sıkıntısı. Charles Baudelaire ile ilk tanışmam, Özel Günceler -Apaçık Yüreğim- ile olmuştu. Bu beni hayal kırıklığına uğratan bir okumaydı. Çok güzel bir kapak yazısına aldanıp almış ve bitsin diye okumuştum. İçinde bu kitaba da bolca atıf olduğu için merak ediyordum o zamandan beri. Sepetime ekledim ama alıp almama konusunda tereddüte düşünce, e-kitap versiyonuna bir göz atmak istedim. Hem beğenirsem fiziki olanını da temin ederim diye düşünmüştüm. İyi ki öyle yapmışım. Bu da ilkini aratmadı diyebilirim. Kendine özgü yazım tarzına sahip yazarın, altını çizdiğim iki sözünü paylaşmak istiyorum:

Dışarıdan, açık bir pencereden içeriye bakan kişi, kapalı bir pencereye bakanın gördüğü kadarını göremez hiçbir zaman. Bir mumla aydınlanmış bir pencereden daha derin, daha gizemli, daha verimli, daha karanlık, daha göz kamaştırıcı nesne yoktur. Güneş altında görülen şey bir cam ardında olup bitenler kadar ilginç değildir hiçbir zaman. Bu karanlık ya da ışıklı delikte yaşam yaşar, yaşam düşe dalar, yaşam acı çeker. (sf 83)

Bana nereye gittiğimi bilmeden, hiç kimse de buna kulak asmadan hep burnumun doğrusuna gitmek, hep yeni ülkeler görmekten zevk alırım gibime gelmiştir çoğu kez. Hiçbir zaman, hiçbir yerde rahat edemem, her zaman da bulunduğum yerden başka bir yerde daha iyi olacağımı sanırım. (sf 76)

20230930_003526.jpg

Çook uzun olduğunun farkındayım, okuyan arkadaşlarıma çook teşekkür ederim. 🙏
Yukarıda bahsettiğim 13 kitaptan okuduğunuz herhangi biri var mı veya öneriniz varsa da öğrenmek isterim.
Hatta "Şu kitabı okuyup inceleme yazısı yazarsan okurum." dediğiniz bir kitap varsa istek parça da kabul edilir. 🙆‍♀️


Kitaplarla Geçen Bir Ay | Aylık Okumalar - Ocak

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Logo
Center