Ölümün ne bir yaşı ne bir zamanı vardır. Birgün arkadaşlarınızın gelecekle ilgili yaptığı planları keyifle dinlerken, ertesi gün ölüm haberini almak hiç sevindirici bir haber değil, olamaz da.
Zamana karşı filmini mutlaka izlemişsinizdir ya da izleyen birine denk gelmişsinizdir. Filmin başrollerini Justin Timberlake ve Amanda Seyfried paylaşıyor. Filmde insanlar 25 yaşına kadar yaşlanabiliyor. Bu süreçten sonra birşeyler satın alabilmek, alışveriş yapmak, besin ihtiyaçlarını gidermek için para yerine zaman kullanabiliyor. Zamanın ne kadar fazlaysa o kadar çok yaşayabiliyorsun. Bunun için bir işte çalışarak zaman elde edebiliyorsun çok sıkıştığında ise bankalardan biraz zaman çekebiliyorsun. Zenginler ise bu konuda fazla bir sıkıntı yaşamıyor. Aksine çok fazla yaşıyor, uzun ömürlü oluyorlar. Will(Justin Timberlake) birgün annesinin onu aradığını farkediyor. Telefonu açtığında ise annesinin yardım çığlıklarını duyuyor. Zamanının azaldığını ve biran önce ona yardım etmesi gerektiğini söylüyor. Will hızlı bir şekilde bulunduğu konumdan ayrılıyor ve annesinin bulunduğu noktaya yönelmeye başlıyor. Annesinin zamanı git gide azalıyor. Tam yetişmek üzereyken annesine kendi zamanından bir parça vereceği sırada 3 saniye içerisinde annesi ölüyor. Will derin üzüntü içerisindedir.
Bu olaydan sonra Will, toplumdaki kapitalist sistemi kırmak adına bir bankayı soyup içerisindeki zamanları fakir, yoksul ve ihtiyaç sahiplerine dağıtmayı planlıyor. Bankanın sahibi Sylvia’nın(Amanda Seyfried) babasıdır. Will bunun için Slyvia’yı kaçırmayı planlıyor. Nitekim kaçırıyor da. Will ve Slyvia arasında tatlı bir sürtüşmenin ardından birbirlerine yakınlaşıyorlar. Slyvia, Will’in en büyük destekçisi oluyor. Bu plan için birlikte hareket ediyorlar. Nitekim başarılı oluyorlar da. Bankayı soyuyorlar ve zamanı halkın önüne seriveriyorlar.
Bu filmden aşırı derece etkilenmiştim ve çok iyi bir anafikrinin olduğunu düşündüğüm anlamlı bir filmdi benim için.
Bu filmden yola çıkarak size birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. İnsanlar hayatın tek gerçeğinin “ölüm” olduğunu bilmelerine rağmen gereksiz hırs peşinde olmaları, daima en iyi, en mükemmele erişmek istemeleri ve bu yüzden manevi olan herşeyi somutlaştırmaları bir saçmalıktan ibaret değil midir ? Kimi zaman nedensizce mutsuz hissetmeleri, gereksiz paranoyalara kapılmaları, küçük şeylerle mutlu olamamaları da bu yüzden. Toplum kendini maddiyata dayadığı zaman kalıcı bir maneviyata sahip olamıyorlar. Hal böyle olunca hayatın tadını çıkaramıyor ve keyif alamıyorlar. Maddiyata dayalı olan herşey geçicidir. Bir yere kadar keyif alınabilir. Mutlu eder mi ? Fazlasıyla ama tadını yeteri kadar alamazsın. İyi bir arkadaşlık, iyi bir dostluk, güzel mütevazi bir hayat ve bir miktar da sağlıklı yaşam. İçerisine tatlı bir huzur eklenmişse en kalıcı zenginlik o dur işte!