30 Gün Blog Yazısı Yazma Denemesi | 4. Gün | Tûtînâme 2

Dördüncü güne geldiğime inanamıyorum. Belki de bir ayda ancak yazabileceğim sayıda yazıyı şu günlerde arka arkaya yazmış oldum. Benim için büyük bir şey. Eskiden yazı yazmak için "geriye yapılacak hiçbir iş kalmadı" dediğim zamanları seçiyordum. O gün canım istemezse, boş vaktim olsa bile yazmamayı seçebiliyordum. Ya da tam tersi yapılacak onca iş dururken bir kenara çekilip sadece yazmak istiyordum. Biraz dengesiz bir durum, biliyorum. Uzun süre yazmadan geçen günlerim oldu. Yazarak kendimi rahatlatmak istemedim belki de. İçimden gelmedi ya da, daha net ifade edecek olursak. Kendime verilmiş bir sözüm de yoktu elbette o zamanlar. Ne zaman ki kendi kendime bir söz verdim ve ardından burada duyurdum, bu iş için daha fazla çabaladığımı farkettim. Yani eskisi gibi, sıkılınca arada yaptığım bir eylemden daha çok öncelikli işlerimden biri oldu. Her sabah bilgisayarımın başına geçip, bu sayfaya girip, parmaklarımı klavye üzerine getirince devamı geliyor bir şekilde.


Source

Bugüne dair aslında aklımda hiçbir şey yoktu. Okuduklarımdan, izlediklerimden bahsedeyim desem; uzun zamandır ne film izleyebiliyorum ne de tek satır bir şey okuyabiliyorum. Ne zaman kitap mı okusam yoksa film mi izlesem diye ikileme düşsem o gün ikisini de yapmıyorum. Ne yaptığım konusunda ise hiçbir fikrim yok. Epey zamandır boğazım ağrıyor ama hastaneye gitmek istemediğimden evde hasta olduğumu çaktırmamaya çalışıyorum. İyiymiş gibi yapmakta üstüme yok bu aralar. Zımpara kağıdı yutmuş gibi acısa da gündüz fazla zorlanmıyorum ama geceleri biraz zor geçiyor. Pazartesi gününe kadar mühlet verdim kendime. İyileşirsem ne âlâ. İyileşmezsem doktor yolu görünüyor.

Hal böyleyken tüm bu "her gün blog yazma" işini dün gece unutmuş olmalıyım ki, bugün için defterime tek bir kelime bile bırakmamışım. Olacak şey değil. Madem öyle, bütün gün Pikachu ile birlikte oyunlar oynayıp ona yeni bi'şeyler öğretmek ve onu eğlendirmek gibi bir plan yapabilirim. Sanki her gün, günümün çoğu böyle geçmezmiş gibi. Ama yine de sabah blgisayarımın başına geçtim ve bu yazıyı yazmaya başladım. Bu sefer kararlıyım, sürdürebildiğim kadar sürdüreceğim. En azından bu sefer vazgeçmek istemiyorum. Tabi Pikachu klavyemin tuşlarını sökmeye çalışmaktan vazgeçerse, yazımı tamamlayabilirim. Bir şeyleri yerinden etmek, kemirmek ve dağıtmak en sevdiği iş oğlumun. Bayılır bunlara :)

Dün papağan konusuna biraz giriş yapmıştım. Şimdi yazacaklarım ise konunun devamı niteliğinde ve evinde bir papağanla birlikte yaşayan çoğu kişinin de az çok bildiği şeyler.

Papağanlar pasaklı ve savurgan canlılardır :)

Evet ilk olarak bu maddeyle başlamak istedim çünkü bu genelde göz ardı edilen bir mesele. Papağanların bu huyu bilinmeden sahiplenilip daha sonra evi çok kirlettiği için alınan yere geri getirilen veya dışarı salınan örnekleri var ne yazık ki. Evde papağan besleyenler bilirler. Bir kuru yemiş verirsiniz ve onu bin parçaya bölüp yüzde yetmişini etrafa saçarak yerler. Mandalina yerken özellikle kendi dahil birçok yere sıçratarak yemeyi severler. Neden çünkü tadı ekşi gelmiştir ve bunu yerken mutlaka kafa sallama hareketi ile belli etmeleri şarttır. Eğer yedikleri yerin yakınında minik turuncu lekeler görmeye başladıysanız önlem almamışsınız demektir. :) Yedikleri yemin içinde sevdikleri bir şeyi bulana kadar didiklerler ve gerekirse o minicik şeyi yakalayıp afiyetle mideye indirene kadar yemlerin geri kalanını etrafa saçabilirler. Böyle döke saça yemelerini değiştirebilir misiniz? Hayır bu onların içlerinden gelen bir şey. Doğalarında olan bir özellik. Ödül için bir çekirdek uzatırsınız ve o küçücük çekirdeğin ne kadar parça kabuğu çıkıyor, görseniz şaşırırsınız.


Source

Bir de büyük-küçük farketmez, tüylerimizi ve minik beyaz tozlarımızı etrafa saçma özelliğimiz var elbette. Papağanlar için tüyleri, tüylerinin bakımlı olması son derece önemlidir. Her boş vakitlerinde tüylerini düzenler, her birini özenle ayırıp tarar ve de yağ bezeleriyle yağlarlar. Bunu yaparken de tabi tüyler, tozlar etrafa saçılır. Şu an bu satırları yazarken Pikachu omzumda taranmakla ve küçük tüyleri de etrafa saçmakla meşgul :) Bazen günde iki üç kere onun bulunduğu odayı temizlemek gerekebiliyor. Öyle çok abartmadan tabi.

Sonuç olarak evin temizliği sizin için veya aileniz için çok büyük bir problem olacaksa, papağan evlat edinme işini bir kez daha düşünün derim. Yani dağınıklık ve ortalığı kirletme onun doğasında var, engel olamazsınız. Bunları bilerek karar vermeniz papağanınızın mutluluğu ve rahatı için de önemli. Papağanlar çok duygusal canlılar ve onları böyle bir sebep için suçlamak, kızmak son derece üzülmelerine ve size küsmelerine sebep olabilir. Sonra davranış bozukluğu gösteren bir papağanınız olur, nerede yanlış yaptım der durursunuz.

Tüm bunları yazarken, papağanlar evin altını üstüne getirir, aşırı pis canlılardır gibi bir anlam çıkmasını da asla istemem. Bulundukları yeri ve etrafını azıcık kirletiyor olabilirler. Bunu önlemek için kafesinden hiç çıkarmamak çözüm mü? Kesinlikle hayır. Bizim evde genelde sadece geceleri ve yeme içme gibi ihtiyaçları için kafeste bulunma durumu var. Onun haricinde yalnız kalmaktan hiç hoşlanmayan oğlumu gittiğim her odaya götürüyorum ve yaptığım çoğu işte bana eşlik ediyor. Evi süpürürken, ütü yaparken, bulaşık makinesini boşaltıp doldururken, yazı yazarken, yemek yerken. Daha birçok şeyde benimle birlikte olmayı seviyor. Bundan hem ben hoşlanıyorum hem de o. Zaten onu yanıma almazsam kendini aldırana kadar arkamdan söylenip duruyor. :)

Bugün burada bitireyim. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Logo
Center