Değerli Recep Maraşlı bugün Facebook’ta Celal Temel’in paylaştığı bir anıyı pay-laşmış, öyle haberim oldu.
Anıyı okuyunca ben de geçmiş yıllara gittim ve o zamanlar yazdığım ve o sırada İsveç’te Orhan Kotan’ın çıkardığı Kürdistan Press’te yayınlanan bir yazımı hatırla-dım. Bizim yazdığımız yazı da şimdi paylaşılan ve tekrar hatırlanan olguların, doğ-ruluğunun o zamandan kalma bir şahidi ve kanıtı idi.
Bu nedenle o yazıyı paylaşmak artık unutulmuş bir dönemin hatırlanmasına hizmet edebilir.
Ama önce Celal Temel’in yazısı, sonra da Türk Aydın ve Sosyalistleri ve Beşikçi hakkında bizim yazımız.
Bu vesileyle şunu not edeyim.
Elbette bu günkü demokrat tanımım farklıdır. Bugünkü demokrat tanımıma göre ben de o zamanlar demokrat değilimdir, bu günkü tanımıma göre o zamanki duruşumla akıllı bir Türk milliyetçisi sayılabilirim.
Çünkü Demokrasi insanların biçimsel eşitliği demektir. (Sosyalizm ise bu biçimsel eşitliğe ekonomik veya sosyal eşitliğin de eklenmesidir.)
Biçimsel veya hukuki eşitlik, her şeyden önce insanların (yurttaşların) dili, dini, so-yu, sopu, rengi, “ırkı”, “kültürü” vs. ne olursa olsun eşit olmasıdır.
Bunun da tek bir yolu vardır. Devletin dil, din, soy, sop, “ırk”, “kültür” vs. körü ol-masıdır.
Yani ulusun ve devletin, bir dille, dinle, soyla, sopla, “ırkla”, “kültürle” değil, böyle tanımlanmaya karşı tanımlanmasıdır.
Daha somut talepler biçiminde ifade edersek, Devletin resmi dili olmaması, herkesin ana dilinde eğitim hakkı. Herkesin ana dilinde, tıpkı aynı fiziği, aynı kimyayı oku-ması gibi, aynı tarihi, aynı edebiyatı okumasıdır.
Yani pratik olarak her dil, din, soy, “ırk”, “kültür “vs.’den tarihçi ve edebiyatçıların ortaklaşa yazacağı, yani pratik sonucuyla ne Türk, ne Kürt, ne Ermeni, ne Sünni, ne Alevi, ne Hristiyan tarihi ve edebiyeti olmayan tarih ve edebiyat kitaplarının okun-masıdır. Daha kategorik bir ifadeyle, Kürtlüğün, Türklüğün, Ermeniliğin, Aleviliğin, İslamın, Hristiyanlığın, Tanrısızlığın, Ulussuzluğun vs. kişilerin özel sorunu olması-dır. Bu “kimliklerin” turşuyu sirkeli veya limon tuzlu yapmaktan veya bir spor ku-lübü taraftarlığından farklı bir anlamı bulunmamasıdır.
Bu “kimliklerin” tarihinin incelenmesi, bu kimlikleri yayacakbirlikler kurulması vs., yurttaşların fikir ve örgtlenme özgürlüklerine ilişkin bir sorun olmasıdır
Diğer bir ifadeyle şöyle de somutlanabilir. Sorun “Kürt Sorunu” değil, Türk Soru-nudur, yani devletin ve ulusun Türklükle tanımlanmış olmasıdır. Bugünün gerçekli-ğinde daha somut olarak, sorun, Türk olmayan veya kendini öyle kabul etmeyenler-den alınan vergilerle Türk dilinin zorla öğretilmesi, Türk edebiyatının, tarihinin oku-tulmasıdır. (Aynı durum İslam için de geçerlidir.)
Ulusun Türklükle veya daha kategorik olarak bir dille, dinle, tarihle, vs. tanımlan-masına karşı çıkılmadan, yurttaşların gerçek bir eşitliği savunulmadan demokrat olunmaz.
Hemen görüleceği gibi, bugünkü demokrat ve demokrasi kavrayışımızla o zaman demokratik bir ulusçuluğu savunmaktan ne kadar uzak olduğumuz görülebilir.
Hemen görüleceği gibi, o zamanlar tipik bir gerici Türk milliyetçisi imişiz, bu günkü görüşümüze göre. Bugün Türkiye’de de ve Kürtler içinde demokrat yoktur. Çünkü böyle bir programı savunan yokur. Hiç kimse ulusun, politik olanın bir dille, dinle vs. tanımlanmasını sorun etmemekte. Bu tanımlama çerçevesinde kalınmakta, en fazla, böyle tanımlanmış birimlerin birliğini savunmaktadır. Dolayısıyla bugünkü bakış açımızdan, o zamanki biz de demokrat değilizdir, bugünkü Beşikçi de bir de-mokrat değildir.
Sanılanın aksine Kürtlerin ayrı devlet kurmasını, bir ulus olduğunu savunmak Türk milliyetçiliği ile çelişmez, aksine bunun doğal ve mantıki sonucudur ve öyle olması gerekir.
Sosyalistlerin Enternasyonalizm olarak veya Kürtlerin demokrat olmanın asgari öl-çüsü olarak tanımladıkları her şey bir Türk milliyetçisi olarak savunulabilir.
Milliyetçiler diğer ulusların varlığını veya ezilmesinin ortadan kaldırılması için mü-cadenin milliyetçilik olmadığını savunurlar. Yani dile veya dine vs. göre tanımlan-mış bir ulusta yine böyle tanımlanan bir ezilen ulusun haklarını savunmanın aslında akıllı bir Türk milliyetçiliğinden başka bir şey değildir, demokratlıkla ilgisi yoktur.
İşte biz de aşağıdaki yazıyı yazdığımız zamanlar tam da bur gerici milliyetçi, bir Türk milliyeçisi olarak Kürtlerin ulus olduğunu söyleme ye ve ayrılma haklarını sa-vunmaya demokratlık payesi vererek, aslında tam da bir Türk milliyetçisi olarak ya-zıyormuşuz ama bir demokrat olarak değil.
Bu vesileyle bu anlamda bu yazı bir özeleştiri yazısıdır ve aynı zamanda Beşikçi’nin daha sonra yaptığımız eleştirisinin kısa bir versiyonudur da.
Ama o günün kavrayışı içinde, (ki bugün bütün dünyadaki sosyalistler bu anlayışta-dır) yani dünyadaki sosyalistlerin o zamanka genel kabulleri içinde yine de en doğ-ru, en ezilenden yana, en demokrasiye yakın tavrı savunuyormuşuz.
Ama bu ezilenden yana ve demokrasiye yakın tavır, nesnel olarak bir akıllı Türk milliyetçiliğinden başka bir şey değilmiş.
Demir Küçükaydın
9 Kasım 2019 Cumartesi
Celal Temel’in yazısı:
“AZİZ NESİN - MERAL ÇELEN, ADNAN ÖZYALÇINER - SENNUR SEZER, CEVAT GERAY VE İSMAİL BEŞİKÇİ
2-10 Kasım 2019 tarihleri arasında, 38. İstanbul TUYAP Kitap Fuarı gerçekleş-mektedir. İstanbul Fuarı’nın bu yılki onur konuğu yazar Adnan Özyalçıner’dir. Yaklaşık bir ay önce, Ekim ayı başında da, Diyarbakır’da TUYAP Kitap Fuarı var-dı. O fuarda, İsmail Hoca ile birlikte, İsmail Beşikçi Standı’nda kitaplarımızı imza-ladığımız bir sırada, İsmail Hoca, yanına yaklaşmamı istedi ve o güzel tebessümüy-le anlattı:
“Dün Arjen Ari şiir ödüllerinin verilmesi sırasında, Adnan Özyalçıner’le sohbet ettik. Ona eşi Sennur Sezer ile ilgili bir anımı anlattım. 1998 yılında Radikal Gaze-tesi’nin kitap ekinde, Sennur Sezer’in, Aziz Nesin eşi Meral Çelen’in yazdığı ‘Aziz Nesinli Yıllar’ adlı kitabı tanıtırken, kitapta, ‘İsmail Beşikçi İngiliz ajanıdır.’ deme-sini eleştiriyordu. Sennur Sezer de, Meral Çelen’e, ‘Sen İsmail Beşikçi’yi de, Kürt-leri de tanımıyorsun.’ demişti.”
Yazar Adnan Özyalçıner’in eşi şair-yazar Sennur Sezer ve Aziz Nesin’in eşi yazar Meral Çelen arasındaki bu diyalogun, tabi tarihsel bir arka planı da vardır. 1974 yılında Ecevit Hükümeti’nin kurulduğu sıralarda, Türkiye’deki ilerici-sol yazarlar tarafından “Türkiye Yazarlar Sendikası” adıyla bir sendika kurulmuştu. Sendikanın kurucu başkanlığını Yaşar Kemal yaparken, ilk genel kurulda sendika başkanlığına Aziz Nesin, genel sekreterliğe de Adnan Özyalçıner seçilmişti.
Birkaç yıl sonra 1978 yılında yine Bülent Ecevit iktidardaydı. Türkiye Yazarlar Sen-dikası Başkanı Aziz Nesin, Bülent Ecevit’in başında bulunduğu hükümetten, “Do-ğu’ya Edebiyat Seferi” için yardım ister. Diyarbakır'a yapılacak, “edebiyat sefe-ri”ne, "kültür seferi"ne, sendikanın öncülük etmesine, sendikanın üyesi İsmail Be-şikçi karşı çıkar. Beşikçi, buna "asimilasyon", Nesin "aydınlanma" der ve solcu yazarlar Diyarbakır'a kültür seferi (!) düzenlerler. Sendikanın genel kurulu sıra-sında da, Aziz Nesin, İsmail Beşikçi'ye, "İsmail, sen sarı saçlı mavi gözlüsün, Ço-rumlu, İskiliplisin; sen İngiliz misin, Kürtlerden sana ne..." türünden şeyler söyler. İşte yıllar sonra, Meral Çelen, Sennur Sezer’e bu saçma hatırlatmayı yapmaktadır.
Aziz Nesin, yıllar sonra (1987), “Bulgaristan'da Türkler, Türkiye'de Kürtler" adı ile bir kitap yayımladı. On yıl önce İsmail Beşikçi’ye, “İngiliz Ajanı” anlamına gelen şeyler söyleyen Aziz Nesin, Kürtlerden söz ettiği için yargılanır. Gazetecilerin bir sorusu üzerine; “Evet on yıl önceki Türkiye Yazarları Sendikası'nın bir etkinliğin-den dolayı, İsmail Beşikçi ile girdiğimiz diyalogu anımsadım. Ona şimdi daha çok hak veriyorum. Benim de korku çağım geçtiği için bugün böyle konuşuyorum!” der.
İkibinli yılların başında da, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi eski dekanlarından Prof. Dr. Cevat Geray ile Mersin’de yaptığım bir sohbet sırasında; son yıllarında, Aziz Nesin’le yaptığı sohbetlerde şöyle bir kanaate vardıklarını söylüyordu:
“Zaman zaman düşündük; daha kalabalık bir Türk aydın grubu, o dönemde İsmail Hoca gibi davransaydık, Kürt sorunu, bu günkü gibi içinden çıkılmaz duruma gelir miydi? Bu durumu, daha önce İsmail’le Yazarlar Sendikası’nda sorun yaşayan Aziz’le de konuştuk. Bazı pişmanlıklar dile getirdik.”
Sol-sosyalist kimliğiyle bilinen pek çok Türk aydını dâhil, çok az istisnalarla, genel olarak Türk Aydınları Kürt meselesinde; Türk milliyetçiliği çizgisinden, resmi ideo-lojinin ekseninden çıkamamaktadırlar. Kendine “komünistim” diyen, anlı-şanlı bir-çok Türk aydınında da aynı durum vardır. Bu da, yaşadığımız toplumda, bu gün, birçok konunun çözümsüz kalmasına kaynaklık eden “Kürt Sorunu”nun çözülme-mesinin en önemli nedenlerindendir. Yukarıda verdiğimiz, sadece küçük bir örnek-tir.
( *Aziz Nesin’i 6 Temmuz 1995, Sennur Sezer’i 7 Ekim 2015 ve Cevat Geray’ı 23 Temmuz 2018 tarihinde kaybettik… Bu yıl İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı'nın onur konuğu olan Adnan Özyalçıner ve hâlen aktif olarak düşünen, yazan, Kürtlerin Sarı Hoca dediği İsmail Beşikçi'ye daha nice sağlıklı yıllar diliyorum... C.T. )”
Bu da 19.09.1986 tarihli bizim yazımız:
Bir Mihenk Taşı: İsmail Beşikçi
Türkiye politikasında tüm kavramlar karmakarışık olmuş durumda. Politikanın genel sağa kaymışlığı, kavramların bir sola kaymışlığı olarak yansıyor.
Kendini komünist olarak niteleyenlerin demokrat olarak tanımladıkları müttefikleri, gerçekte liberal ya da reformisttir. Liberallere demokratlık payesini veren "komünis-tiler ise demokrat. Bu adlandırmalardaki sola kayış, gerçekte, küçük burjuva de-mokratizminin burjuva reformizminin kuyruğuna takılmış olmasının bir yansıması-dır.
"Aydınlar Dilekçesi"ni yazan Aydınlara, ya da "Barış Derneği" üyelerine, ya da "Uğur Mumcu" gibi köşe yazarlarına, ya da "Yeni Gündem" benzeri popüler politik dergileri çıkaran aydın çevrelere, kendilerini komünist görenlerce hep "demokrat" deniyor. Gerçekte bunların hiçbiri demokrat değildir, hepsi reformist liberallerdir.
Türkiye gerçekliğinde, demokrat demek, Kürtlerin varlığını ve ayrılma hakkını sa-vunmak demektir. Liberallere ya da reformistlere demokrat diyen "komünistler", en azından ilke düzeyinde bunu yaptıkları için demokrattırlar, ve tam da bunu yapma-yanlara "demokrat" dedikleri için komünist değildirler.
Bir de "aydın sorumluluğu" gibi bir kavram var ki, aydınlar söz konusu olduğunda, demokratlıkla çok iç içe geçmiş durumda. Gerçekte şu "sorumlu" ya da "namuslu" tabir edilen aydınlar, tipik liberal reformistlerdir.
İsmail Beşikçi de bir aydındır ve tüm kavramları yerli yerine oturtacak bir mihenk taşı olarak orada durmaktadır. Sözüm ona kendi "aydın sorumlulukları"na ya da "aydın namus"larına toz kondurmamak için "Barış Derneği"ne üye olan ya da "ay-dınlar dilekçesi"ni imzalayan ve ortalıkta kahraman kaplanlar gibi dolaşan aydınlar, İsmail Beşikçi söz konusu olduğunda, nedense susuyorlar.
Sanki böyle bir insan yok. Sanki İsmail Beşikçi, sadece Kürtler diye bir ulusun var-lığını iddia ettiği için yıllardır hapislerde çürütülmüyor.
Piyasayı doldurmuş tabur tabur aydıncıklar, bu cinayet karşısındaki susuşlarının suç ortaklığını unutmak ve unutturmak için, birbirlerini en erişilmez sıfatlarla donatıyor-lar,
Bir gün Tarih yeniden yazılacaktır. Ve o yazılacak Tarihte, bugünün ucuz kahra-manlarının hiç birinin adı bile hatırlanmayacak, sadece, en azından bir aydın olarak, İsmail Beşikçi'nin adı anılacaktır.
Aydın namuslarına toz kondurmayan aydıncıklar ya da sözüm ona demokratlar. Kürt ulusunun ayrılmasına karşı olabilirsininiz. Bunu da anlayabiliriz. Ama bir Aydın olan İ. Beşikçi'nin Kürt ulusunun varlığını savunduğu için hapislerde tutulması kar-şısında susmanız: İşte bu affedilemez. Ama Beşikçi olayı karşısında susan, dut ye-miş bülbüle dönen bu aydın ya da demokratlara demokrat sıfatını kolayca sunan "Komünistler" de en azından o susanlar kadar suçludurlar.
Burjuvazinin teröründen bu aydıncıklar da nasibini alıyor olabilir. Ama onlara ayı-racak bir damla mürekkebimiz bile yok. Onlar Beşikçi'ye bir damla mürekkep olsun ayırmıyorlar. Ama onlara tonlarca mürekkep ayrılıyor. Biz bu adaletsizliğe son ver-mek için, onların Beşikçi'den esirgedikleri mürekkepleri, Beşikçi için kullanacağız.
19.09.1986
Celal Aydın