Tarihin Arka Odası'nın Kapılarını Açalım Mı?

Tarihi gerçekleri konuşalım istiyorum bugün...

Politik kimliklerimizden sıyrılıp, merhamet duygularımızı bırakıp, olanları olduğu haliyle görmeye çalışalım....Tarihin dilencilerine değil, satıcılarına hiç değil, sadece kendi aklımıza, muhakeme kabiliyetlerimize kulak verelim...

Tarihin arka odalarına girip örümcek ağlarını temizleyelim, açalım pencereleri çıksın naftalin kokusu!

Tarihi kendi çıkarlarına göre tahrif eden, kamufle eden, yer yer yumuşatan, bazen eksik kalanı uyduran, evet uyduran! tüm tarihçi geçinenlere hep bir ağızdan soralım;

Gerçek nedir?

Bilimsel bir çalışmada ya da herhangi bir kitapta, roman, hikâye değilse yazılan, delillere, rapor, evrak, günlük her türlü bilgiye yani sadece gerçeklere bağlı kalmak zorunluluk değil midir?

Alıntı yapılan kaynağın belirtilmesi yetmez, o alıntının birebir aynı olması gerekmez mi? Alıntıyı tahrif etmek bilime saygısızlık, okuyucuya haksızlık, topluma düşmanlık değil mi?

İşinize gelmediği için doğruyu yazmazsanız, paralel bir gerçeklik evreni oluşturursunuz.

Yazdıklarınız ne tam doğru ne tam yanlıştır, araya ustalıkla gizlenmiştir kancalar... Bu paralel evrende, kancalarınızla istediğiniz tarafa tutunmak, tarihi mevduata dönüştürmek, algılar oluşturmak artık çocuk oyuncağıdır !!!

Çok uzak değil yakın geçmişin eldeki tüm kanıtlara rağmen bu kadar çarpıtılması değil midir geçmişin düğümleri etrafında çizdiğimiz fasit dairelerin sebebi?

Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun sorusu aklınıza gelmiş olabilir, hemen açıklayayım;

Bizim millet okumayı sevmez derler bilirsiniz...
Okusanız da siz kimsiniz o kadar kalın kitapları okuyacak?

Bir tuhaflık olduğunu düşündüğü konu hakkında yerli yabancı kaynakları tarayacak?

Yeni sorular türetip tarihin o sıkı sıkıya kapalı pencereli odalarına dalıp, çapraz okumayla ortalığın tozunu attıracak değil mi?

Köşelerinde minder kedisi rahatlığında yayılır ahkâm keserler, kimse bozamaz huzurlarını nasılsa, paralel evren öyle güçlüdür ki sesiniz varsa bile duyulmaz gürültülerinden!

Kişisel merakım benim araştırmak, soru sormak aslında...

Söylenenler ya da okuduklarım arasında tutarsızlık gördüğümde boşverip geçemiyorum, dürtüyor beni şeytan!

Paralel evrenin şeytanlara da tahammülü yok, ihtiyaçları yok çünkü, yetiyorlar tek başlarına hepimize...

Ben bulduğum bu tutarsızlıkları, değişik kaynaklardan kontrol ettikten sonra öğrendiklerimi paylaşıyorum ilgilenenlerle...

Sorularımı paylaşıyorum, birlikte araştıralım istiyorum...

Ayrışmadan, kavga etmeden gelin bulalım doğruları çağrımı yineliyorum...

Bulduğum en önemli noktalar nedir biliyor musunuz?

Bildiğimizi zannettiğimiz hemen hiçbirşeyin bize anlatıldığı gibi olmadığı...

Zaman içinde, özellikle siyasi kamplaşma nedeniyle, tarihin, içindeki milyonlarca gerçeğe rağmen bir masal haline getirildiği...

Yaratılan gettolarında hiç sormadan, sorma gereği hissetmeden günlerini geçiren, birbirlerinden nefret ettirilen milyonların olduğu...

Sırtımıza yapışan keneler misali, yıllardır farklı köşelere itilen bizleri yiyip bitirdiğini...

Artık kenelerden kurtulma zamanı geldi de geçiyor...

Gelin bir örnekle başlayalım; olguları ve kesin delilleri gündeme alalım, arka planlarını ya da komplo teorilerini bırakalım.

Gözümüzün önünde duran o sürahiden bardağa su doldurmaya başlayalım yavaş yavaş...

IMG_2672.PNG

Sultan Vahdettin, 16 Kasım 1922'de General Harington'a bir mektup yazar:

" İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimansine iltica ve bir an evvel İstanbul'dan mahal-i ahire naklimi talep ederim efendim.
Halife-i Müslimin "

Ertesi sabah yanında maiyetindekilerle, önce asker korumasında iki motorlu ambulansla Tophane'ye oradan da HMS Malaya ile Malta'ya doğru yola çıkar!

Düşman askerlerince korunarak, düşman gemisiyle, ülkesindeki savaş amansız devam ederken, bir de üstüne müslümanların halifesi olduğunu iddia ederek bir de ekler kendi hatıralarında:

" Kaçmadım; kendime Peygamber'in hicretini, Mekke'den Medine'ye gidişini örnek aldım ve geri dönmek üzere gittim."

Hicretini de kutsal topraklar yerine Sanremo'ya yapar !!!

Villa Nobel olarak bilinen malikânesinde, biraz küçük de olsa ! , 150'likler olarak bilinenlerin uğrak ziyaret durağı olur, plan ve projelerine kafa kafaya yön vermeye çalışırlar...

Kaçmadan önce sayıları beşi bulan eşlerini de düşman kuvvetleri komutanı General Harington'a emanet eder Sultan Vahdettin, iyi mi!!!

Bir düşünün, siz olsaydınız ne yapardınız? Vicdan ve aklınızla düşünün lütfen...

Sevdiklerinizi düşman kuvvetlerine emanet etmek yerine ne yapardınız?

Sadece eşlerinden bahsetmediğimi sonraki yazılarımda detaylı olarak anlatacağım:

İstanbul'da bile satılmadık bina, camii, kışla, arazi, koru hatta mezarlık bırakmadıklarını, fakir halkın elinden aldıklarını, kaçırdıkları paraları, türbelerdeki hırsızlıkları, sürgüne gönderilen, kurşuna dizilen milliyetçileri, onları düşmana teslim edenleri, bizzat padişah tarafından madalya takılan cellatlarını...

Ağa Camii'nin yıkılmaktan son anda Mehmetçik tarafından nasıl kurtarıldığını da yazacağım...

Kimlerin camii yıktığını, kimlerin engel olduğunu göreceğiz ve bıkmadan usanmadan anlatacağız...

Ermeni mezarlığı üstünde kriket oynayan İngilizleri de anlatacağım özellikle bizimkilere... Taşnakçılara inat, hâlâ bizim yanımızda olan ve öyle kalacak Ermeni asıllı kardeşlerimize...

IMG_2673.PNG

Süleyman Nazif Bey, Vahdettin'in kaçışına istinaden bakın ne yazmış İleri Gazetesi'nde:

"Başınızı yukarıya, göğe doğru sakın kaldırmayınız:

Pederiniz Sultan Abdülhamid-i evvelden, Ertuğrul'un oğluna ve selefiniz Sultan Mehmet Reşat'tan Hazreti Ebubekir'e kadar, saltanat ve hilafette ne kadar ecdadınız varsa hepsinin ruhları utanır.
Ve kızarmak bilmeyen yüzlerinize göklerden lânetler yağar.
Yere...
Daima yere...
Yerin dibine geçeceğiniz dakikaya kadar, yere bakınız, ey bu dünyanın en soysuz adamı..."

Tarihi kendi şartları içinde okumak gerek düsturunu benimsemiş biri olarak yine de bütün samimiyetimle soruyorum;

Siz onun yerinde olsaydınız ne yapardınız?

İşgal altındaki ülkenizden düşman gemisiyle kaçar mıydınız?

Kalır ve savaşır mıydınız?

Size anlatacaklarım bittiğinde kararınızı siz verin isterim...

Teker teker, sabırla yazacağım, sadece gerçekleri...

Sizlerden ricam, her bilgiyi o günün şartlarında değerlendirmeniz ama yanlışlar için bahaneler üretenlere kulak vermemeniz...

Ben ne mi yapardım?

Sizlere bir gün mutlulukla anlatacağım rahmetli Diyap Ağa'nın sözleriyle cevap verirdim...

Tek başıma bile olsam, bayrağım, dinim ve vatanım için son kurşunuma kadar savaşırım!
Son kurşunu da kafama sıkarım!

Vatanseverlik söylem değil, din, ırk, dil hiç değil... Vatanseverlik bir namus borcu.. Karşılıksız da sevmeyi öğreten bu vatana karşı...

Selamlarımla...

Kaynak:
Milli Mücadele dönemine ait birçok kaynağa ek olarak: tırnak içindeki metinler için:
Charles Harington, Atilla Kaya

Görseller:
https://mustafakemalim.com
http://www.hanedan.org/vi-mehmet-vahdettin/

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Logo
Center