Bölüm 2
Kaptan odasında önceki ay Hong Kong’dan aldığı pastil formundaki ağrı kesiciyi uzun uzun aradı. Şişeyi yatağının altında bulup içinden iki draje aldı ve ağzına attı. Yüzünü soğuk suyla yıkayıp aynadaki görüntüsüne baktı. Saçlarındaki akların gün geçtikçe arttığını düşünürken aklına filikalardan birine atlayarak denize açılmak geldi. Gemiden yeterince uzaklaştıkları taktirde aynanın sınırına ulaşabilirlerdi.
Semih ve Emre kaptan köşkünde yoktu, alt güvertede filikalardan birini denize indirmeye çalışıyorlardı. Bunu daha önce nasıl düşünememişlerdi, aklın yolu birdi. Geminin motorlarını durdurdu ve aşağıya indi.
Yunus Kaptan ve Semih aynanın sınırına ulaşmak için filikayla gemiden uzaklaşmaya başladılar. Yolda Semih önceki gece sevgililerinden biriyle cep telefonu üzerinden uzun bir görüşme yaptığını itiraf etti. Zorunlu bir itiraftı bu, kaptanın nöbet sırasında yaptıklarını güvenlik kameralarından tespit edeceğini biliyordu. İki saatlik münakaşanın ardından olayın tatlıya bağladığını ve görüşmenin çıplak kamera görüntüleriyle desteklenen sanal bir sevişme seansıyla son bulduğunu kaptana söylemedi, çünkü kaptanın bunu kamera kayıtlarından tespit etmesi mümkün değildi.
Gemiden otuz deniz mili kadar uzaklaştıktan sonra aynanın kenarını nihayet buldular. Parçalı bulutlarla kaplı gökyüzünü yeniden görmek ikisinin hoşuna gitmişti. Dönüş yolunda aynanın görüntüsünün artık keskinliğini kaybettiği kaptanın dikkatinden kaçmadı. Ayna sanki ağır ağır buharlaşıyor gibiydi.
Gemiye döndüklerinde onları baş makinist Emre karşıladı. Büyük bir iş başarmış insanların gururuyla “Benim dronu aynanın arkasına gönderdim, yukarıda hiçbir şey yok” dedi.
Bu habere en çok Semih sevindi, zira sabahtan beri görevi ihmal yüzünden işten atılacağı korkusu içini kemirmişti. Emre’yi günahı kadar sevmediği halde o anda onu kucaklayıp öpebilirdi. Emin olmak için “Aynanın içinden öylece geçti mi?” diye sordu.
“Evet” dedi Emre gururla, “Siz denize açılır açılmaz aklıma kamaramda kuzu gibi yatan dronum geldi. Koştura koştura gidip dronu kamarada buldum ve üst güverteye çıktım. Aleti çalıştırıp tam gaz yükselttim. Bir noktada aynaya çarpıp geri geleceğini düşünmüştüm ama gözden kaybolunca aynanın arkasına geçtiğini anladım. Dron aynanın bulunduğu seviyenin kırk metre kadar yukarısına çıktı, kamera görüntülerine göre yukarıda hiçbir şey yok. Görüntü bulanıklaşmaya başladığı sırada telefonlar da çalışmaya başladı. Ama santrali kapadım, çünkü olayı herkesin kafasına göre anlatmasını istemedim.”
“İçinden geçilebilen bir aynayı bilimkurgu filmlerinde bile görmemiştim” dedi Semih.
“Haberleşmeyi de bloke eden kararlı bir güç alanı oluşturmuşlar. Ama bunu nasıl yaptıklarını anlamadım. Aynadan yansıyan görüntüyü kameralardan hiçbirinin tespit edememiş olması da başka bir garabet. Bence bunu dünyanın dışından birileri yaptı” diye cevap verdi Emre.
“Niyetleri neydi peki? Demir cevherine çok mu meraklı bu uzaylılar?”
“Neyin peşinde olduklarını anlayamadım.”
Yunus kaptanın içinde bir anda belli belirsiz bir şüphe doğdu. Çalışma arkadaşlarının yanından ayrılıp demir merdivenlerden aşağıya indi. Pas kokan dar koridordan geçip bir kat daha aşağıya, nadir elementlerin bulunduğu kata indi. Ambarın kapısındaki nöbetçilere derhal asıl görevleri olan boya ve raspa işine dönmelerini emretti. Ambarın kilitli kapısını açıp içeriye girdi. Ambarın ışıkları içeriye birinin girdiğini algılayarak yandı, kaptan havadaki belli belirsiz rutubet kokusunu ciğerlerine çekerek içlerinde nadir elementlerin gizlendiği sandıklara doğru ilerledi. Sandıklara yaklaştıkça içindeki sıkıntı büyümüş, tüm vücudu ter içinde kalmıştı. Köşedeki dolabın alt çekmecesine gizlenmiş mıknatıslı tutamacı eline aldı, ağır adımlarla sandıklardan birine yaklaşıp kapağını kaldırdı. Mıknatıslı tutamacı demir cevheri bloğunun üzerinde gezdirdi. Mıknatıs tepsi büyüklüğünde bir parçayı yakalayıp yerinden oynattı. Kaptan mıknatısın yakaladığı parçayı yukarıya kaldırıp demir cevheri bloğunun içine baktı. Nadir element paketlerinin olması gereken yerde koca bir boşluk vardı. O anda başının ağrısının yeniden şiddetlendiğini hissetti. İkinci bir sandığın açıp kontrol etti. Manzara aynıydı. Sandıkları kapatıp kaptan köşküne döndü ve maruz kaldıkları hırsızlık konusunda gemi mürettebatına tek söz söylemedi.
Kaptan yaşananlarla ilgili ayrıntılı bir rapor yazıp şifreli haberleşme ortamı üzerinden milli istihbarat teşkilatına iletti. Teşkilat yetkilileri aynı yöntem kullanılarak o gün iki geminin daha soyulmuş olduğunu Yunus Kaptan’a söylemediler. Gökteki sanal aynanın nasıl oluşturulduğu ve soygun faaliyetinin tam olarak nasıl ve kimler tarafından yürütüldüğü hiçbir zaman anlaşılamadı.
Görsel Kaynağı: https://unsplash.com/photos/-subrrYxv8A